ceren KİMDİR?
Ceren, 2014’te City University London Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Sosyal ve Ekonomik Etütler Vakfı’nda (TESEV) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. Yolsuzluk algısı, kimlik politikaları ve dinler arası iletişim üzerine araştırmalar yürütürken Avrupa Birliği fonlu SELDI projesinin koordinatörlüğü üstlendi. Bu proje kapsamında Güneydoğu Avrupa’daki çoğu sivil toplum örgütü ile ortak çalışmalar sürdürdü. Ceren, 2016 yılında London School of Economics and Political Science’de Uluslararası İlişkiler Teorisi yüksek lisansına başlamak için TESEV’den ayrıldı. LSE’deki çalışmalarında odak noktası eleştirel teori bazlı uluslararası ilişkiler ve AB – İngiltere ilişkileri oldu.
LSE’den mezun olduktan sonra etki yatırımı ve deniz suyu arıtımı konularında çalışmaya başladı ve Türkiye’nin lider su arıtımı firması Aquamatch’in Küresel İlişkiler Koordinatörü olarak görev aldı. Aquamatch bu süreçte UNDP’nin Business Call to Action programına kabul edilen ilk Türk mühendislik şirketi oldu. Ceren pratikteki çalışmalarına entelektüel bir bakış açısı getirmek için Ekim 2018’de Türkiye’nin ilk bağımsız konuşma platformu KonuŞu’yu kurdu. Aynı dönemde Türkiye Bilişim Vakfı ve Faruk Eczacıbaşı önderliğinde şekillenen Başlangıç Noktası’nın da kurucuları arasında yer aldı. KonuŞu ve Başlangıç Noktası’nın halen yürütücü kadrosunda yer alıyor.
Ceren, Haziran 2019 – Şubat 2020 arasında Mutlubiev’de Genel Direktör olarak çalıştı. Şu anda Türkiye’nin ilk ihtiyaca yönelik yapay zeka servisi sunan şirketi Orientis’in İletişim ve Kültür Direktörü görevini yürütüyor. Boş vakitlerinde karikatür yapmaktan ve farklı dünyalar hakkında okumaktan çok keyif alıyor.
ceren’İN Life Works Labs Seanslari
daha fazla bilgi için aşağıdaki oturumları tıklayın
4 Ağustos sabahı Çeşme’deki aile evimizde saat tam 8.00’da uyandım. Heyecanla yataktan kalkıp evimizin yanındaki ormana koşuya gittim. Eve döndüğümde saat 8:50’yi gösteriyordu ve ben kendimi yeniliklere hazır hissediyordum. Hızlı bir duş ve küçük bir kahvaltı sonrası 09:30’da yeni işimin oryantasyon toplantısı için evin avlusuna kurduğum çalışma masamda hazırdım. 09:45’te telefonum çaldı ve ben Türkiye’nin ilk yapay zeka şirketlerinden Orientis’in iletişim direktörü olarak işe başladım.
İlk iş günüm bittiğinde Ilıca plajı da artık iyice boşalmıştı. Akşam yemeği öncesi gün batımında rahatlamak için yüzmeye gittim. Yüzerken her zaman yaptığım gibi geçirdiğim günü düşündüm. Hayatımda hiçbir zaman iş günlerimin aynı zamanda kendime zaman ayırdığım, doğada zaman geçirdiğim ve aslına bakarsanız dinlendiğim günler olabileceğini düşünmemiştim. Bize öğretilen; hayat ve iş arasında bir denge tutturmaktı. Bu denge, işe ve hayata ayrılan zamanı net olarak ayırmak ve bu ayrıma sadık kalmak için doğru seçimler yapmaktan geçiyordu. Fakat artık günümüzün sosyal pratikleriyle bu öğreti işlemez hale geldi.
Yeni iş teklifini aldığım sırada online olarak Yale Üniversitesi'nden Laurie Santos'un verdiği "Science of Well-Being" dersini alıyordum. Dersin son bölümlerine doğru Santos "zaman bolluğu" ve "para bolluğu" olan insanların mutluluk seviyelerini karşılaştıran bir araştırma paylaştı. Araştırma gösteriyordu ki; çok parası ve az zamanı olan insanlar ortalamada çok zamanı ve daha az parası olan insanlara kıyasla daha mutsuzdu. Yani zaman bolluğu, para bolluğundan daha fazla mutluluk getiriyordu!
Dersin bu kısmını bitirince sanki yıllardır aklımda çevirdiğim ama ifade edemediğim bir dileğin netleştiğini hissettim. Her iş görüşmesinde "senin için hayatta önemli olan şeyler nelerdir" sorusuna ezberden "sevdiklerimle zaman geçirmek, yeni yerler/düşünceler keşfetmek ve heyecanla yaşamak" gibi cevaplar veriyordum. Hiçbir zaman büyük bir ev, son model araba istemedim. Farkettim ki istediğim şeylerin hepsinin ortak bir noktası vardı; ben zaman istiyordum. Kendime harcamaktan suçluluk duymayacağım, bol keseden sevdiğim aktivitelere ayıracağım, işimi de acele etmeden sindire sindire yapabileceğim zamanı arıyordum hep. Pazartesi sabah 07:00 uçağına yetişerek 09:30'da ofiste olmaya harcanan, gün sonu Levent trafiğinde geçirilen, iyi gelmeyen ama tamamlamak zorunda olduğun "nice-to-have" networkinge ya da stresini kontrol etmek için aradığın çarelere giden zaman birleştirilince aslında ne kadar fazla zamanı çarçur ettiğimi fark ettim.
İş görüşmesi sırasında şartları konuşuyorduk, işi almak istiyordum ve karşı tarafı tereddütte düşürecek bir harekette bulunmak istemiyordum. Fakat artık doğru olduğunu bildiğim şeylerden feragat edeceğim bir günüm bile yoktu. Cesaretimi topladım ve dedim ki "paket benim için uygundur ama tek bir şey var, ben zamanıma çok düşkünüm ve uzaktan çalışmak istiyorum. Her zaman on demand olabilirim ama mesela pazarları çalışmak bana daha uygun, ofise gelme zorunluluğum olsun istemiyorum."
Karşı taraf 2-3 saniye sessiz geçen zamandan sonra "aslında öylesi bizim için daha hesaplı ve etkili. Sen nasıl en yüksek performans gösterebileceğini düşünüyorsan öyle olsun, uygundur dedi."
Böylece, Love Mafia'nin kurucuları Eda ve Markus ile ilk tanıştığımda söyledikleri gibi “sevdiğin işi sevdiğin gibi yaparsan bir gün bile çalışmazsın” ütopyası kısmen gerçek olabildi. İşe başlamadan bir hafta önce Eda ve Markus'u Karacasöğüt’te ziyarete gittiğimde yeni yaşayışlarına şahitlik ettim. Yıllardır çevrelerindeki herkese dillerinin döndüğü kadar anlattıkları ütopyanın artık bilfiil yaşayıcısı ve uygulayıcısı olmuşlardı. Sonsuz zamanları ve enerjileri vardı. Covid-19 olmasaydı belki 5 sene sonra varacakları noktaya 5 ayda varmışlardı. Eda ve Markus tanıştıkları herkesi oldukları yerden alıp, sadece sevgi ile, daha yaratıcı ve sakin bir yere götürmek için onları tanıdığımdan beri çalışıyorlar. Ve şimdi yeni bir yaşama, kimseyi geride bırakmadan yelken açıyorlar. Ben de 4 Ağustos’ta onlardan uzak bir yerde olsam da, rüzgarı arkama aldım ve yelkeni onlara doğrulttum.
Bir Kitap:
Baron in The Trees- Italia Calvino
Bir Ders:
The Science of Well-being - Yale University
Bir Podcast:
Entitled Opinions: Robert Harrison on Mimetic Desire, Social Media and Biotechnology
Ceren Zeytinoğlu